"Tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzer" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi
Hizmetten - A podcast by Hizmetten

Categories:
Bu video 16/04/2017 tarihinde yayınlanan "ÖTELERE İŞTİYÂK VE PEYGAMBERÂNE ÎSÂR" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Sâdî-i Şirâzî diyor ki: “Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmadığın sürece, câhilsin demektir!” Bilginin tabiata mal edilmesi.. bilginin Allah’ın rızasını kazanma istikametinde bir dinamik haline getirilmesi.. bilginin insanı sürekli şarj etmesi ve aldığı bu enerji ile insanın hep “Hû” deyip O’na (celle celâluhu) doğru koşması… Bilgi, bunu yapmıyorsa, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “… (Onların durumları) tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzer…” (Cuma, 62/5) Kur’an-ı Kerim ifade ettiği için, diyorum: Öyle biri, sayfaları, dosyaları, kitapları sırtında taşıyan bir merkûp gibidir!.. Bilginin, “marifet”e dönüşmesi… “Vicdan kültürü” haline gelmesi de diyebilirsiniz. Sonra onun orada kaynaya kaynaya kaymaklaşıp “muhabbet” haline gelmesi.. muhabbetin insanı çıldırtacak bir “aşk” haline gelmesi, insanın “aşk” deyip inlemesi.. sonra kaynaya kaynaya aşkın “iştiyâkullah/iştiyâk-ı likâullah” halini alması. Bu kaymak üstü kaymak, “akrebü’l-mukarrebîn”in işi. Hedef, o olmalı; insan, dünyevî işlerinde koşarken de hedefi o olmalı; uhrevî işlerde koşarken de hedefi o olmalı: “İştiyâk-ı likâullah”, Cenâb-ı Hakk’a mülâkî olma iştiyakı. İnsan, iradesiyle frenlemeli o arzuyu. Yani insan, “Keşke bir an evvel ‘şeb-i arûs’ (vuslat günü/düğün gecesi) olsa; bir an evvel O’na (celle celâluhu) mülâkî olsam; bir an evvel bana ‘Kulum!’ dediğini duysam, bir an evvel!.. O eşref-i mahluk olan, ekmel-i mahluk olan İnsanlığın Medâr-ı İftiharı Hazreti Seyyidü’l-enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile bir an evvel diz dize gelebilsem.. lâl ü gûher gibi dudaklarından dökülen inci-mercanı dersem.. kulak yoluyla kalbime indirsem.. ve onun zevki ile mest ve sermest olsam!..” demeli ama iradesiyle, “Hele dur biraz!.. Bu duyguyu, bu düşünceyi başkalarına duyurma gibi kutsal bir vazife de var!” düşüncesiyle o arzuyu frenlemeli. Senin o kavuşma arzusuyla yanıp tutuştuğun Efendimiz, Allah’a mülâkî olduktan sonra, O’nun cemâl-i bâ-kemâlini müşâhede ettikten sonra dünyaya döndü. Büyük çoğunluğun kanaati bu istikamettedir: Gördü!.. Süleyman Çelebi de Mevlîd’inin Miraç bahsinde “gördü”ye bağlar meseleyi. Gördü!.. Cennetin binlerce sene mesûdâne hayatı bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâ-kemâlini gördü. “Ben Sen’den hoşnudum!” iltifat-ı sübhâniyesini duydu. Ama döndü, geriye geldi; elinizden/elimizden tutmak için, o ufuklara bizi de ulaştırmak için. İşte dünyada kalınacaksa, bunun için kalınır. Yoksa… Kutsal bir vazifedir İstanbul’un fethi de. Nasıl olmaz ki?!. Efendimiz buyuruyor: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Fakat böyle bir vuslat arzusu.. iştiyâk-ı likâullah tutkusu.. “cinneti” de diyebilirsiniz.. o işin mecnunu olmak, mec-nu-nu… Mecnun, Ferhat, Vâmık gibi işin mecnunu olmak; esasen, onu şiddetle arzu etmek. “Burada kalma ne kadar zor yahu! Bir an evvel bir şeb-i arûs için kalbim hep çarpıyor, nabzımı tuttuğum zaman ‘Şeb-i arûs, şeb-i arûs, şeb-i arûs!..’ diyor. Ama burada kalıp da bu duyguyu başkalarına duyurma gibi kutsal bir vazife var!” Evet, bu, “îsâr”ın zirvesidir.