Ve sizi çekemeyenler de... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi
Hizmetten - A podcast by Hizmetten

Categories:
Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Allah, Hizmet gönüllülerine öyle muvaffakiyetler lütfetti ki, onları “Gerçek Sahibi”nden (celle celâluhu) bilmediğiniz zaman, farkına varmadan şirke düşmüş olursunuz. Cenâb-ı Hak, size, devletlerin bile yapamadığı, milyonların yapamadığı şeyi yaptırdı. Dünyada büyük ölçüde bunu hemen bütün semâvî dinler sahipleri kabul ettikleri gibi, belli bir ölçüde semavî sayılmayan inanç ehli de kabul etti. (Muhammed Hamîdullah merhum, makamı cennet olsun, öyle bakmıyordu; Budizm’e de, Brahmanizm’e de, Şintoizm’e de öyle bakmıyordu: “Bir aslı-bir faslı vardı bunların, zamanla insanların oynamasıyla taşlar yerinden oynadı, çok ciddi farklılıklara uğradılar.” şeklinde bir mütalaası vardı.) Evet sadece semavî dinler dairesi içinde değil, aynı zamanda işte Uzak Doğu’da -gördüğünüz gibi- biraz evvel isimlerinden, yöntemleri adına -esasen- dinlerinden, diyanetlerinden, mezheplerinden bahsettiğim insanlar bile, sevgi ile, şefkat ile, re’fet ile bağırlarını size açtılar. Şimdi bu öyle büyük bir iş ki, bence bunu “Gerçek Sahibi”ne (celle celâluhu) vermediğiniz zaman, farkına varmadan şirke girmiş olursunuz. Oysaki biz günde kırk defa, sünnetleri kıldığımız taktirde -Bir de Teheccüd kılıyorsak, bir de Evvâbin kılıyorsak, bir de İşrak kılıyorsak, bir de Kuşluk kılıyorsak, varın sayın!- إِيَّاكَ نَعْبُدُ “Yalnız Sana kullukta bulunuyoruz; hepimiz, mütedâhil daireler/halkalar halinde, Ka’be’nin etrafında, Sen’in mihrap tayin ettiğin yere müteveccihen, kulluğumuzu Sana tahsis ediyoruz! Bizler hepimiz, Sen’in boynu tasmalı kullarınız, ayağı prangalı kullarınız!” diyoruz. Bu öyle ağır bir yük, öyle ağır bir mesuliyet ki, onu yapmak için, bir kere daha “atıf vâvı” ile yardım diliyor, وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ diyoruz. Atıf vâvı “matuf” ile “matufun aleyh”in hükümde farklılığını ifade etmek için konuyor; öyle bir farklılık arada olmasaydı إِيَّاكَ نَعْبُدُ، إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ denirdi. Bir farklılık var: “Bu ağır ibadeti, ubudiyeti, (sofilerin kullandığı tabirle) “ubûdet”i yerine getirme, öyle ağır, öyle çetin bir iş ki, Sen’in i’ânen/yardımın olmazsa yapamayız! Bu büyük işi yapma mevzuunda da yardımı sadece Sen’den bekliyoruz!” diyerek yine “Kâf-ı hitab” ile işi Cenâb-ı Hakk’a tahsis ediyoruz. Bir de yalnızca kendi/şahsî ubudiyetimizi mesned yaparak, işi ona dayandırmıyoruz; “Yâ Rabbi, sadece benim dediğim değil, şu benim içinde bulunduğum, teşekkül etmiş olan halka var ya!.. Kâbe’ye en yakın olanından en uzak olanına kadar, hatta semâlara kadar, hatta Kâbe onun -bir yönüyle- izdüşümü olduğu Sidretü’l-müntehâ’ya kadar iç içe halkalar halinde halkalanmış, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ diyenlerin demeleri içinde kendi deyişimi de dillendiriyorum! Bütün bunların hepsinin dediğini ben Sana takdim ediyorum. Onların hepsinin deyişiyle Sana hitap ediyorum!”. وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Yardımı da ancak Sen’den istiyoruz!” diyoruz.