“Yazıklar olsun ona!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi
Hizmetten - A podcast by Hizmetten

Categories:
Bu video 16/04/2017 tarihinde yayınlanan "ÖTELERE İŞTİYÂK VE PEYGAMBERÂNE ÎSÂR" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü!” İnsanlığın İftihar Tablosu, Âyetü’l-Kübrâ’nın kendi hususiyetleriyle zuhûrunu müşâhede etti, ama asla gözleri kamaşmadı; kamaşmadı ve bütün gök ehlince “müşârun bi’l-benân” oldu. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu… Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü!” (Necm, 53/16-18) Orada, gördüğü her şeyi doğru gördü. O güzellikler karşısında, kendisini yanlış yorumlamaya sevk edebilecek yanlış algılamaları olmadı. Cenneti, debdebe ve ihtişamıyla gördü, “vücûd-i necmî-i nûrânî”siyle, “vücûd-i hâkânî”siyle… Cismanî keyfiyet kazanıp öbür tarafta size sunulacak şey, o cennet, o cehennem şu anda da mevcut; belki mahiyet farklılığıyla mevcut. Şu anda, siz onu göremezsiniz; çünkü belki birisi bir zakkum-ı Cehennem tohumu halinde, öbürü de bir tubâ-i Cennet çekirdeği halinde. Ama Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi vücûd-i necmî-i nûrânîsi, vücûd-i hâkânîsiyle gördü. Esasen, rüya değil, tahayyül değil, tasavvur değil ama farklı, tam kendine göre. O vücuda döndüğü zaman, o “tahavvül” mü diyelim, bir yönüyle, o “değişim” mi, “farklı değişim” mi diyelim; sofîlerin ifadesiyle, “fenâ fillah”, “bekâ billah/maallah” mı diyelim, o vücûd-i hâkânîsiyle, o âlemler, bütün debdebe ve güzelliğiyle meşher gibi O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) önüne serildi. Neye baktı ise o engin bakışıyla, sadece bakma değil, gördü; her şeyi gördü. Her şey nasıl görülecekse, göz kaymadı, öyle gördü; onun hakkında nasıl bir mütalaada, nasıl bir analizde, nasıl bir sentezde bulunulacaksa, nasıl bir terkipte, nasıl bir tahlilde bulunulacaksa, öyle bulundu. Bir de çokları gibi Kadı Iyaz, “Şifâü’ş-Şerîf”inde ısrarla üzerinde duruyor, Aliyyü’l-Kâri de, Şifâ kitabı üzerine yazdığı şerhte Kadı Iyaz hazretlerinin mütalaalarına destek veriyor: Kaynak söylüyorum, erbâbı bilir bunları; “Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâ-kemâlini de gördü!” diyor. Ama şu, bir disiplindir: “Muhît, muhît olduğu aynı anda, muhât olmaz!” Onun için Kur’an-ı Kerim, esas, “ihâtâ”yı nefyetmekte: “Gözler O’nu idrak/ihata edemez, O’na ulaşıp O’nu göremez, fakat O bütün gözleri idrak eder, görür ve kuşatır. O, Lâtif (en derin, en görünmez şeylere de nüfuz eden)dir, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.” (En’âm, 6/103) Basarlar, O’nu ihata edemez, kuşatamaz! Çünkü bizim basarımız, bir yönüyle “muhât bir basar”dır, bize göredir; ne kadar engin bakarsanız bakınız, bize göredir. Oysaki O (celle celâluhu) nâmütenâhîdir, nâmütenâhî… Nasıl “Zât-ı Baht” dediğimiz Hazreti Zât-ı Kibriyâ, “nâ-kâbil-i idrâk”tir; aynı zamanda ihâta edilme mevzuunda da O, öyle ihata edilmez. Ama Efendimiz, o yüksek kabiliyet ve istidadıyla ve gözü kaymama kabiliyetiyle, Cenâb-ı Bârî hazretlerini de gördü; o baş döndürücü şeylere de şâhit oldu. Bir; böyle anlamak lazım. Bir de başınız öyle döner ki, işte “Bed’ü’l-Emâlî”de dendiği gibi; “Mü’minler, O’nu keyfiyetsiz ve kemmiyetsiz olarak görürler. Buna bir misal de getirilemez. O’nu gördükleri zaman da bütün Cennet nimetlerini unuturlar. ‘Allah görülmez’ diyen Ehl-i İ’tizâl’e hüsran olsun!” (el-Ûşî, Bed’ü’l-emâlî s.50-54) Ehl-i İ’tizal, “Rü’yet”i kabul etmediklerinden dolayı, “Yazıklar olsun ona!” diyor.